22 Aralık 2011 Perşembe

KOKUN NE RENKTİ?


             Ben  şimdi bir masalın sonunda yeni bir masal anlatıcısı olmaya çalışıyorum. Yorulmak nedir bilir misin kahraman? Uçan filler gördüğünü iddia etmektir  kır çiçeklerinin sınırsız tarlalarında, belki kırlaşmak bir kıl gibi en sevdiğimiz oyunların mızıkçı çocukluğunda. Yorulmak, senin yerine koymaktır acıları, bağlanmış yollardır hep, sana çıkamamaktır. Oysa ne güzeldi masal olmak, şimdi ne ağır sanki kahraman senmiş gibi  anlatmaya çalışmak, gerçekten masal olanı. Biliyorlar burada olduğumu , ne yazık ki sende biliyorsun, en acısı bunu bende biliyorum. Hadi desen ben yine tebeşirimi alıp sek sekler çizeceğim tırtıklı asfaltlara. Çok yara izim var dizlerimde.  O asfaltlara yazdım kanımla adımı, daha çocukken ağlatamazdım yüreğimi o tertemiz kan gibi. Dizlerimi sürttüm, daha da sürttüm ,daha da ,oyun bitti. Şimdi ne zaman tebeşir görsem şarap içerim kan gibi. Sek sek oynarım utandığımdan beynimde.
            Şimdi masallar yazıyorum, dahil olamadığım oyunlara. Şimdi insanlar eğlendiriyorum, eğlenmenin ne olduğunu bilmeyen insanları, kandırıyorum onları eğlenceli diye. Oysa dizlerimi sürttüğüm o oyundan başkası değil. Anlatıyorum hiç başlayamadığım o masalı, sende varsın, benim misketlerimde . Güneşe bakmıştık onlarla hatırladın mı? Hatırlamak nedir bazen sahtekarlık değil mi? Bazen ‘hmmm evet’ nidasıdır sadece. Hatırlamıyorum ne renkti kokun. Ne renkti?
           Ağlatmayacağım o eski gülümsemelerimi ama sızlayan karanlıklarımı bir miras asaletiyle taşıyacağım ceketimin iç cebinde tütün kırıntılarının en yanı başında. Mavi, bulanık asaletimi duvara asacağım guguk kuşunun tam sol tarafına. Çivi izleri kapansın diye delik beyin duvarlarımda. Sana ıslıklar yollayacağım en uğursuz gecelerimde bir aşk bestesi gibi nefes nefese. Ağlayan sokak köpeklerini dinleyeceğim inleyen nağmelerimi sustursun diye. Ama ağlamayacağım senin göz yaşların utanmasın diye. Sona sana biriktireceğim ekmek kırıntılarını, sana gelirken kaybolmayayım diye. Dönüşte de kuşlara yedireceğim  aç kursaklara bir ziyafet vermiş fukara gururuyla. Soğuk parmaklıklar yapacağım bedenimin etrafıma sana hapis olduğumu anlasın tüm nezaretler, ziyaretler, kaçışlar. Kibritle ellerimi yakacağım ilk kez ateş yakmayı öğrenen çocukluğumun korkak cesaretiyle. Ama ağlamayacağım şarabın o en kafa kıyak yudumunda. Ağlatacağım şişeleri sana her sitem üzümlerinde. Dudaklarını özleyeceğim her kırmızı ruj kadınında. Nefesimi tutup, kalbimi yavaşlatacağım sana çok yaşlanmamak için. Aşk olmalı senin adın diye kitaplar yazacağım, hatta beceriksiz yazar olacağım ve bu isimli kitaplar bulup okumadan özet çıkaracağım mektuplaşmalara. Ben, ben olacağım ama ağlamayacağım.
          Sen sen ol ağlama, her hatırladığında inanmış duygularının nasıl kül olduğunu. Hatırlatma bana balkonumuzdaki güvercinlerin bizi beklediğini ıslak ekmek lezzetini. Sen sen ol o soğuk duvarlara yaslanma, benim yerime uzanıp biz kişilik yatağımızda. Gözlerinin morlarını pembeleştir sen sen olarak. Hatırımda öyle kalma hatırım kaldıysa.
           Uyumalara koşuyor yine yüreğim sımsıcak eksi derecelerde. İnsanlara portreler çiziyorum mutluluğun resmi gibi. Dinlemiyorum aslında konuşulan hiçbir kelimeyi. Görevimi yapıyorum yaşıyorum. Ve gidiyorum her yazdığımın sonunda ki karamsarlığım gibi.
            Sen sen ol, ben  seni sen hatırlıyayım, hatırlayacak hatırlarım kaldıysa. Kulaklarım patlayacak sessizliğinden. Sen sen ol bana şarkılarını yolla. Kokun ne renkti?  Kokun , kadınım…….

                                                                                                                       UYSAL CİHAN

12 Aralık 2011 Pazartesi