Bir temmuz
’un 23 ‘ü olmak; yüzyıllardır sevilmemiş bir çiçeğin suya kavuşması gibidir.
Hayal bile edilemeyen güzelliklerin ana tanrıçasına sunulan bir kurban
asaletidir. Bazen 23 temmuz olmak sadece herhangi bir gündür yazın ortasında
bazen zindan geçmiş yılların firarıdır. Çocukluğumdaki bayramlar gibiydi benim
yirmi üç temmuzum, sarılarak uyuduğum elbisemdi, gelsin ama hiç gitmesin
şıklığında. Geldi ama hep gitti. Ne bayramım kaldı ne elbisem. Yirmi üç
temmuzdur aslında doğmak bazı takvimlerde ya da takvim yapmak tek bir günü acı
dolu bir bedene. Çok inanılan bir aşktır belki de, belki de aşka bile
inanamamaktır.
Yazmaktır ne
var’ı ne yok’u kağıt bile olmayan beyazlıklara, aşk denilen acıyı hissederken
yaz güneşlerinde. Aşka olan inancımı arttırmaktır acıyı her gün bi kere daha
alıştırırken bedenime. Yirmi üç temmuz oldu ben doğdum, yirmi üç temmuz oldu
ruhumu toprağa verdim sadece bedenim arda kaldı. Rutin olmuş rüyalardır bu gün
hiç ara vermeden aynı kahramanı görmektir. İstememektir bazen korkulu sahneleri
yaşamak ama en çok ta istemektir her gün inandığı kaderi görmek düşlerde de
olsa. Güneşli güzel günlerin ne zaman geçeceğini merak etmektir acı verdiği
için her gün yükselmeler; karanlık bir bedeni aydınlatma inadıyla. Ama bazen
şükür olmuştur bu gün terkedilmiş bir ruhu evlat edinen o kahramana bakarak
uyanırken. Her gün uyanmaktır uyanmanın manasının dışında, bazen tanrılara
sunulan bir kurban bazen çocukken görülen rüyalar gibi masum, parlak,
inanılmış. Bir uyanıştır bu gün evet, kendisine olunan inançtır. Keşfetmektir
başka ruhlara kalplere nasıl girildiğini. Ömrünün en güzel mevsimidir bir
ömürde.
Durup durup
aklına getirmektir, umut etmektir, bu umuda inanmaktır ve karanlığın
bastırmasıyla umudunu yeniden rafa kaldırmaktır. Aynı rüyalara aynı saatte
dalmaktır ve aynı saatte uyanmak. Biliyor musun en çok unutmaya çalışırken
unutmamaktır ya! Bir şehri terk etmektir oysa o şehir de doğmuşken
yenidenlere bir temmuz gecesinde
rakamlar 23 ü gösterirken. Şimdi o yollarda yürümek için her gün dualar
edilmelidir ve o rüyalar tekrar tekrar görülmelidir gerçek olduğuna inanarak.
Konuştum
insanlarla, gururluca sığındım kelimelerine, ağladım onlara göstermeden karşılarında,
aşkıma inandırdım, paylaştım ve paylaşamadım, kaçtım bir gerçekle karşılaşmamak
için, yokluğun…
Yokluğundur
belki bu temmuz tıpkı gelmişken bir temmuzda yalnızlığıma. Bir sondur en güzel
mevsimin adıyken tenimde bir başlangıç olamaz artık benim iliklerimde,
ciğerimde. Bir ağıttır hiç görmediğim rüyalara. Ve bir ağıttır yalvarışlara.
Gökyüzüne anlamsızca bakmaktır ya oralardan bakarsın diye. Belki aklının bir
köşesinde, belki dilinin bir kelimesinde, Gözünü kapattığında bir an o
karanlığın arkasında, Belki bir bedduada ya da bir şükürde, en kötüsü bir
unutuşta ,en güzeli hiç unutamayışta, serzenişte, başkalaşımda, iki gözde seni
aramaktır ayların en güzel gökyüzünde. Hafif rüzgarlara kapılarak yamaçlarına
gelmektir kilometreleri geçerek bir anda. Belli ki vahiydir her geceme,
düşünceme, dudaklarıma düşen.
Bir temmuzun yirmi üçünü anlatmak; bir
yakarıştır soluksuz kaldığım anlarda .Kulağımda çınlayan işkencelerdir. Bir
vazifedir ruhuma söz verdiğim. Hiç sevmemektir yalnızlığı artık. Oysa ne
kalabalıktım geçen yirmi üç temmuzda. Her sabah sevinç çığlığımla uyanırdım,
inanırdım yaşanacak güne o doğanın en güzel kokusuyla uyanırken. Temmuzumu
anlatmak şimdi dalgalı denizde boşa çektiğim küreğin sesini dinletmektir başka
mevsimlere. Anlatmaktır benim temmuzumu nesillerime.
Sevmek nedir?
Nasıl bilinir? Nasıl yaşanır? Çok mu acıdır? Çok mu tatlı? Soru mudur hep?
Yokluk…
Bir sabaha
karşı koyuldu valizlerim eski bi trenin bagaj kısmına. Yasladım başımı camına o
eski trenin, çıkaramadım sesimi, gidişimi izledim trenin camına yansırken
eskimiş yüzüm. Aklım valizlerimde miydi yoksa acımı unutturmak için beynimin
bana hediye ettiği bi oyun mu çözemedim. Ama aylardan temmuz değildi bunun
farkındaydım. Hiç bilmediğim bir yere hiç bilmediğim bir sebeple gidişimi
izliyordum, ne garipti sebepsizlik. Bitmişti işte en güzel tatilim ait olduğum
yere istemeden gönderilmeliydim ve böylede oluyordu. Bu tren odama yani tek
benim sığabildiğim kocaman yatağımın olduğu yere gidiyordu sanırım, elim kolum
bağlı. Vardı tren odamın kapısına inme vaktiydi valizlerimi aldım ve girdim
kapıdan içeri. Yatağım karşıladı beni –Gel, yorulmuşsun. Dedi ve sustu.
Valizimi boşaltmadım belki dönerim o en sevdiğim odaya diye. İmla hatalarımın
dolu olduğu kağıtlara adadım kendimi o en kotu mevsimde. Sabahlara kadar
bekledim o temmuz tekrar gelsin diye. Ağladım, yoruldum, yo yo hiç unutmadım
sana sözümü, bir ömür boyumu, adayışımı, yaşayışımı. Yo valizimi hiç
boşaltmadım.
Bir temmuzu
anlatmak; belki sevimsizdir güneşli günlerde. Ama bilinmelidir bazen sizi
kavuran güneş başkalarını ısıtamaz. Ben bu temmuz çok üşüdüm. Şimdi odamı
kilitledim, bir temmuzun yirmi üçü olmayı anlatıyorum temmuz un yirmi üçünde.
Bazıları hayatlarının en güzel mevsimine uyanırken. Bazıları bilmezken bile
hangi ayda olduğunu. Ben biliyorum, sadece bu ayı biliyorum adı Doğmak bir
dokunuşla. Bazen ölememektir en sevgiliyi düşünürken sadece bu ayda. Bir
temmuzun yirmi üçü olmak, bir aşka inanılışın yıldönümüdür. O gün olmak en
sevgilinin bile bilmediği bir gün olmaktır. O gün olmak yüzyıllarca yaşayacak
bir kalbin en temiz aşkıdır. O gün olmak karanlıkta ağlamaktır. O gün olmak
valizi elinde o kapının önünde beklemektir. Benim temmuzum olmak dünyanın en
güzel mevsimidir.
Nice Mutlu
Yirmi Üç Temmuzlara…….
CİHAN UYSAL