3 Ağustos 2011 Çarşamba

BİR TEMMUZ’UN 23’Ü OLMAK


           Bir temmuz ’un 23 ‘ü olmak; yüzyıllardır sevilmemiş bir çiçeğin suya kavuşması gibidir. Hayal bile edilemeyen güzelliklerin ana tanrıçasına sunulan bir kurban asaletidir. Bazen 23 temmuz olmak sadece herhangi bir gündür yazın ortasında bazen zindan geçmiş yılların firarıdır. Çocukluğumdaki bayramlar gibiydi benim yirmi üç temmuzum, sarılarak uyuduğum elbisemdi, gelsin ama hiç gitmesin şıklığında. Geldi ama hep gitti. Ne bayramım kaldı ne elbisem. Yirmi üç temmuzdur aslında doğmak bazı takvimlerde ya da takvim yapmak tek bir günü acı dolu bir bedene. Çok inanılan bir aşktır belki de, belki de aşka bile inanamamaktır.
          Yazmaktır ne var’ı ne yok’u kağıt bile olmayan beyazlıklara, aşk denilen acıyı hissederken yaz güneşlerinde. Aşka olan inancımı arttırmaktır acıyı her gün bi kere daha alıştırırken bedenime. Yirmi üç temmuz oldu ben doğdum, yirmi üç temmuz oldu ruhumu toprağa verdim sadece bedenim arda kaldı. Rutin olmuş rüyalardır bu gün hiç ara vermeden aynı kahramanı görmektir. İstememektir bazen korkulu sahneleri yaşamak ama en çok ta istemektir her gün inandığı kaderi görmek düşlerde de olsa. Güneşli güzel günlerin ne zaman geçeceğini merak etmektir acı verdiği için her gün yükselmeler; karanlık bir bedeni aydınlatma inadıyla. Ama bazen şükür olmuştur bu gün terkedilmiş bir ruhu evlat edinen o kahramana bakarak uyanırken. Her gün uyanmaktır uyanmanın manasının dışında, bazen tanrılara sunulan bir kurban bazen çocukken görülen rüyalar gibi masum, parlak, inanılmış. Bir uyanıştır bu gün evet, kendisine olunan inançtır. Keşfetmektir başka ruhlara kalplere nasıl girildiğini. Ömrünün en güzel mevsimidir bir ömürde.
         Durup durup aklına getirmektir, umut etmektir, bu umuda inanmaktır ve karanlığın bastırmasıyla umudunu yeniden rafa kaldırmaktır. Aynı rüyalara aynı saatte dalmaktır ve aynı saatte uyanmak. Biliyor musun en çok unutmaya çalışırken unutmamaktır ya! Bir şehri terk etmektir oysa o şehir de doğmuşken yenidenlere  bir temmuz gecesinde rakamlar 23 ü gösterirken. Şimdi o yollarda yürümek için her gün dualar edilmelidir ve o rüyalar tekrar tekrar görülmelidir gerçek olduğuna inanarak.
         Konuştum insanlarla, gururluca sığındım kelimelerine, ağladım onlara göstermeden karşılarında, aşkıma inandırdım, paylaştım ve paylaşamadım, kaçtım bir gerçekle karşılaşmamak için, yokluğun…
         Yokluğundur belki bu temmuz tıpkı gelmişken bir temmuzda yalnızlığıma. Bir sondur en güzel mevsimin adıyken tenimde bir başlangıç olamaz artık benim iliklerimde, ciğerimde. Bir ağıttır hiç görmediğim rüyalara. Ve bir ağıttır yalvarışlara. Gökyüzüne anlamsızca bakmaktır ya oralardan bakarsın diye. Belki aklının bir köşesinde, belki dilinin bir kelimesinde, Gözünü kapattığında bir an o karanlığın arkasında, Belki bir bedduada ya da bir şükürde, en kötüsü bir unutuşta ,en güzeli hiç unutamayışta, serzenişte, başkalaşımda, iki gözde seni aramaktır ayların en güzel gökyüzünde. Hafif rüzgarlara kapılarak yamaçlarına gelmektir kilometreleri geçerek bir anda. Belli ki vahiydir her geceme, düşünceme, dudaklarıma düşen.
         Bir temmuzun yirmi üçünü anlatmak; bir yakarıştır soluksuz kaldığım anlarda .Kulağımda çınlayan işkencelerdir. Bir vazifedir ruhuma söz verdiğim. Hiç sevmemektir yalnızlığı artık. Oysa ne kalabalıktım geçen yirmi üç temmuzda. Her sabah sevinç çığlığımla uyanırdım, inanırdım yaşanacak güne o doğanın en güzel kokusuyla uyanırken. Temmuzumu anlatmak şimdi dalgalı denizde boşa çektiğim küreğin sesini dinletmektir başka mevsimlere. Anlatmaktır benim temmuzumu nesillerime.
        Sevmek nedir? Nasıl bilinir? Nasıl yaşanır? Çok mu acıdır? Çok mu tatlı? Soru mudur hep? Yokluk…
        Bir sabaha karşı koyuldu valizlerim eski bi trenin bagaj kısmına. Yasladım başımı camına o eski trenin, çıkaramadım sesimi, gidişimi izledim trenin camına yansırken eskimiş yüzüm. Aklım valizlerimde miydi yoksa acımı unutturmak için beynimin bana hediye ettiği bi oyun mu çözemedim. Ama aylardan temmuz değildi bunun farkındaydım. Hiç bilmediğim bir yere hiç bilmediğim bir sebeple gidişimi izliyordum, ne garipti sebepsizlik. Bitmişti işte en güzel tatilim ait olduğum yere istemeden gönderilmeliydim ve böylede oluyordu. Bu tren odama yani tek benim sığabildiğim kocaman yatağımın olduğu yere gidiyordu sanırım, elim kolum bağlı. Vardı tren odamın kapısına inme vaktiydi valizlerimi aldım ve girdim kapıdan içeri. Yatağım karşıladı beni –Gel, yorulmuşsun. Dedi ve sustu. Valizimi boşaltmadım belki dönerim o en sevdiğim odaya diye. İmla hatalarımın dolu olduğu kağıtlara adadım kendimi o en kotu mevsimde. Sabahlara kadar bekledim o temmuz tekrar gelsin diye. Ağladım, yoruldum, yo yo hiç unutmadım sana sözümü, bir ömür boyumu, adayışımı, yaşayışımı. Yo valizimi hiç boşaltmadım.
         Bir temmuzu anlatmak; belki sevimsizdir güneşli günlerde. Ama bilinmelidir bazen sizi kavuran güneş başkalarını ısıtamaz. Ben bu temmuz çok üşüdüm. Şimdi odamı kilitledim, bir temmuzun yirmi üçü olmayı anlatıyorum temmuz un yirmi üçünde. Bazıları hayatlarının en güzel mevsimine uyanırken. Bazıları bilmezken bile hangi ayda olduğunu. Ben biliyorum, sadece bu ayı biliyorum adı Doğmak bir dokunuşla. Bazen ölememektir en sevgiliyi düşünürken sadece bu ayda. Bir temmuzun yirmi üçü olmak, bir aşka inanılışın yıldönümüdür. O gün olmak en sevgilinin bile bilmediği bir gün olmaktır. O gün olmak yüzyıllarca yaşayacak bir kalbin en temiz aşkıdır. O gün olmak karanlıkta ağlamaktır. O gün olmak valizi elinde o kapının önünde beklemektir. Benim temmuzum olmak dünyanın en güzel mevsimidir.
         Nice Mutlu Yirmi Üç Temmuzlara…….

                                                                                            CİHAN UYSAL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder