Halbuki …
Daha sözü bitmemişti adamın. Daha
söze başlamamıştı ki , onun gözlerinden
akan nehirleri seyretmenin üzüntüsünü yaşarken, vücudunda hiçbir rasathanenin
gözlemleyemeyeceği sarsıntılar yaşanırken, daha sözü bitmemişti. Kadınına yeni
kelimeler yaratırken her nefes alış anlarında, boğazında düğümlendi kadının
okuduğu ferman. Söz bitti. Sözü başlamadan bitti. Halbuki diye başlayan o kadar
mazereti vardı ki ama sözün vadesi doldu.
Ferman çok ağırdı yüz binlerce emir
nakletti adama. Her geçen gün tarih kokuyordu artık. Yeni güne yeni
pencerelerden bakması emrediliyordu. Oysa camlar yine buğulanıyor, o buğulara
ismi yine çok yakışıyordu. Beyninde biriktirdiği kokulara uyanıyordu yine zamanın
bi anında. Şimdi üzümlere daha bi saygı duyuyordu yudumladığı her kan kırmızı
uyanışta…
Halbuki…
Ona neler yazmıştı, daha kimsenin
duymadığı kelimeleri bile vardı çünkü benzemiyordu hiçbir nesil, hiçbir ten ya
da ruh kadınına. Onu kendinden yaratmıştı. Nasıl olacakı bu müebbet… Zindan
nasıl kokulurdu…
Demem o ki…
Ona anlatacağı milyarlarca
kelimelerin ilkiyle başlamıştı hayat… şimdi o kelimelerden birkaç tanesini
boğazına düğümlemiş o elinde defalarca buruşturduğu saf beyaz kağıdı uzatabildi
ellerine hasret kalacağı kokuya. O koku almadı o buruşuk kağıdı. Adam ağladı
çünkü dilinden gelmiyordu yapma demek, gitme demek, haykırmak, çok yorgundu…
çok.
Artık…
İstemeden de olsa hafızasını silmek
zorundaydı. Yaşatamazdı beyninde gezen ruhları ve balıkları çok severdi. En iyi
yol bi müddet balık olmaktı kirli bir su birikintisinde. Balık oldu oradan
oraya. Bazen şişelerde bazen bulutlarda en yüksekte, tepeden gülümseyen
bulutlarda… Adam beklide hiç adam olmak istemedi…
Şimdi…
Naralar atıyor her hakkı kendinde bularak…
Uyutmuyor bedenini bu zindana daha çok alıştırmak için… Müebbet ini
ağırlaştırıyor verilen cezalara inat, uzaklaştırıyor tüm gardiyanlarını
başından, ne ekmeğe ne suya ihtiyaç duyuyor, beyninde bir yudum göz kaldı o
yetiyor… Naralar atıyor her bir yeri, her hakkı kendinde bularak… Kimseler
duymuyor, kimselere duyurmuyor, kimseleri duymuyor. Ağıtlara konu oluyor ruhani
havalarda , ruhsuz kalmış bedenlere ruh oluyor martılara simit atarken.
Ağaçları izliyor asırdır nasıl yalnızlık çektiklerini öğrenmek istercesine.
Geceleri naralar atıyor atınılası…
Kadın…
O kadar gitti ki hiçbir ayak zinde
eşleşmiyor adımlar. Her dem çekişlinde anıldığı an yüzünü gösterirdi ama şimdi
o kadar unutturdu ki birkaç anı kaldı adamın zihin denilen boşluğunda. Hiçbir
rastlantı da adı geçmiyor artık. Hiçbir muhabbette. Adamın naralarına kulak
vermiyor artık sanki yok gibi…
O kadar ki..
Hiçbir paragrafında, cümlesinde
rastlanmıyor adına. Adına hiçbir zaman aşk denilmeyen nefer bir aşk gibi
sembolleşiyor adamın beyninde… Hayır diyerek naralar atıyor evet diye yankılar
geliyor.Adam ağlıyor bazen…
Atılınası naraları var adamın bazen
benimde. İmreniyorum yaşattığım bu adama. Her hakkı kendinde bularak deliler
gibi yaşıyor aşkını ve bazen bana diyor ki; -Sen mi beni yaşattın? Naralarım
var senin yazmaya bile cesaret edemediğin. Şimdi hangimiz efendi?
Bazen söz biter başkasını yaşatırsın.
Bu hayata bi nara atmak dileğiyle…
UYSAL
CİHAN