19 Ocak 2013 Cumartesi

Siz Uyurken


‘Siz uyurken bu gece, gün aslında değişmedi. Değiştirin ne varsa içinizde dünden kalan.Lodoslara emanet edin saçlarınız savrulurken…’ diye buyurdu kendini hiç tasvir edemeyen adam. Onu dinleyebilmeyi istedik, uykular ele geçirmişken tüm şehri…

Başını ellerinin arasına aldı muthiş bir suç işlemiş gibi. O değilse bile birileri işlediği suçun ağırlığını hesaplıyorlardı. Aslında kadın işleyemediği suçların cezasını çekiyordu ve bunu sadece ben biliyordum. Ben kim miydim? Ben henüz bahsedilmemiş bir konuydum dokuz yüzlü yıllarda. Henüz hiçbir kitaba adım verilmemişti. Belki de bir soruydum sadece. Her neysem sadece ben ortaktım bilinenlere ya da bilinmeyenlere.

Şehirlerarası bi seferdi izlediği rüyalar. Öyle ki kendine rüyaları izleyen kadın diyordu. Şehirlerarası bi kayboluş zamanla. Şehirler aynı, isimleri değişik. Değişiklik etkilere tepkilerde belki. Çünkü kadın sadece şaşırmıştı. Şaşırdığı ise; şehirlerarasında huzur denilen şeyin hiç kullanılmamasıydı. Bu yüzdendir ki başını ellerinin arasından hiç kurtaramadı. Şehirler bitti, arada kalmalar hep aynı kaldı.

Adım yok, yani bildiğim bir adım yok. Tasvirsiz derim kendime. Uzun boyum ve meraktan tükenmekte olan bir kalbim var. Merakım kimseye değil, zamana. Ben aslında her yerdeyim. İstenilen her gecede, her yalnızlıkta, her öksüz kelimede, her… anlayacağınız ben sizim. Siz kimsiniz? Bunun cevabı sizde.  Merakım da sizde. Var olmam, bir yerlerde kalmış kelimelerde. Bu gece aşklarımdan dem vurmayacağım. Aslında öyle bir kadında yok. Ellerimiz arasında sıkışmış beyinlerimizi düşündüm siz uyurken. Siz uyurken size söz, aşıkta olmayacağım. Hangi şehrin gün doğumuna denk gelir boylamlarım onuda bilemem. Sadece küçük bir sır verebilirim. Düşündüklerimiz, şu an buradalar. Benim ki tam karşımda ama aramızda kalsın, düşünüldüğünü bilmemesi, düşüncemi çekici kılıyor. Adım yok benim. Aslında belli bir zamanımda. Bu anlattıklarımı yıllar önce okudu kimileriniz. Kimileriniz ise henüz hecelemeyi yeni öğreniyor. Zamansız bir beddua da olabilirim, temiz bir kalbin çöle yağdıracağı bir dua da. Geçmişim yok benim. Sadece geçmişten bırakılan erdemlerim var. Yolluk yaptım kendime onları, şehirlerarasında  gezgin oldular. Anlayışsızlığa kurban giden hislerim de oldu. Bir cinayet romanına konu olan aşklarımda. Katil değil, aşk karşıtı bir başka duygu öldürdü çoğunu. Faili belliydi ama faili belli edecek failler ranıyordu her iş ilanında. Siz uyurken kafam karışık…

Aslında hiç bir derde çare olamaz kelimelerim. Hiçbir kitapta rastlayamassınız. Sayfaların arasına dökülen çoğu zaman saçlarım olmuştur. Dinler gibi yaparım sizi aslında ben çoktan hikayenizi yazmış, başlık arıyor olurum. Tanıdığım bir çok hikaye var. Söyledim ya bir kadın yok.siz uyurken ben sadece düşündüm. Düşündüğümde buradaydı.
Adım yok benim.

Bir şarkı seçtim içinizden gelen. O kadını hiç anlatmayacağım.

Sana da oldu değil mi? ürperdin… gitmek zamanı.

Başka şehirde kelimelerim kalmış. Ben yek bir yolcu…

                                                                Cihan Uysal

16 Ocak 2013 Çarşamba

Yağmur Yağarken


Kapat kapıyı çok alıştırmadan hayata, kilitle üzerimden kanatlanmış umutları. Ya giderlerse en uzak hayallere.. Demlenmiş kelimeler iki göz bir ocağın üstünde, rüzgar gök gürültüsü naraları atarken. Otur yanıma.. Elini ver. Anlatacaklarım çok derinlerden.

Sen aşk dersin adına, kimi hayat kaidesi.. Yine de yalnız bakarsın yollara, o yeşil arabanın içinde hissederek. Tam onüçüncü arabaydı, bu yıl saydıklarımdan. Geçti, gitti. Hayallere bakmadı bile…Yeşil yeşil.
Doğduğum sokakta fırtına var bu gece. Doyduğum sadece toz,toprak. Sokak huzursuz, sigaram yarım. İçime çektiğim sadece deniz kokusu, göremeden. Birde birkaç balıkçının kavgası. Denize değil savurdukları küfürler. Benim şahitliğime. Şahidim kendime. İnançlarım rüzgara kapılıp meçhul oldular.

Tam üzerine koy kalbimin ellerini. Bu et parçasını gönül yapanları hisset ve koş ardından tükenenlerin. Onlar başka aşklarda, meşk halindelerken. Yağmurlardan sonra as beni bir ipe, toprak kokarken kurumaya bırak ruhumu. Başımı dayayıp bir duvara yolu izlerken on üçüncü arabada uyandır beni.

İçinden çıkamadığım bir beden var. Bol gelmiş ruhuma, seneye giysem dar. İçinden çıkamadığım bir labirent. Orada bir yerde biliyorum çıkış kapısı. Ama labirenti çizenler unutmuşlar bu oyunu çoktan. Duvarlarım hep aynı ne yana dönsem. Ne yana sövsem, ne sana…

Yağmur yağarken, kırmızılarını giy ve izle beni. Sokağı kilitle üzerime. Bir ayin gibi yalnız kalalım sokakta yağmur yağarken. Gerçeklere karşı şemsiyeni kullan. Dokunup eritmesin bedenini tamda kırmızlarını giymişken. Bir boyuttan diğer boyuta geçişini kutlayalım, üzerime sokağı kilitlemişken. Bedenimde taşanları, bırakalım gitsinler yağmur yağarken. Demlediklerimide  getir yanında şahitliğine eşlik etmeleri için. Yudumla ve anla rüzgar bile ıslatırken saçlarımı. Ve kadın, bir bir yaz ‘ Neden?’ sorusunun cevaplarını beni anlarken. Yüzüme çizgiler çek,en acımasızından. Acımadığından bahset gördüklerine ,sokak üzerimize kilitliyken. Ve kahrettiklerimi topla , ağzımdan bir bir çıkarlarken. Yerde öylece uzanmış olanları. Kırmızılarını giy bu gece. İlk defaymış gibi…

Artık…

Bir çerçeveden bakıyorum yoldan geçenlere.. Aklıma takılanlar, bir saçağa sığınmış, yağmura isyan ediyorlar.. Yağmur yitip gidenleri süpürüyor sokaklardan.. Sol tarafımdan eriyip gidenler, başka şehirlere göç kıvamındalar..Sahipsiz ve yalnız yolculuklarım bir boyuttan, bir diğer hayale. Yokum aslında.. Sen sadece bana inandırmışsın kendini…

Yağmur yağarken…
                                                                           Cihan Uysal

5 Ocak 2013 Cumartesi

Ya...



Sese bir renk verdim. akıyor duvarlardan usul usul…
Ya gidersen diye tuttuğum nöbetlerimdi; uykusuzluğum… Derimi yüzen karanlıktı belki, belki bir odanın en köşe başı, kesişen zamansız akışlar. Onlar da öyle yapmışlardı. Kağıtlara yazdılar yazgılarını. Sonra, sonra buruşturdular derilerini, bir bekleme salonunun amansız banklarında. Konuşamadığım kelimelerimi gönderdim sana. Ne kadar zaman olduğunu kestiremiyorum.

Bağdaş kurdum, elimde hayaller, yazıyorum bardak her boşaldığında geçmişe doğru. Uzakta kısık bir caz kokusu var. Bulutlar yön gösteriyor. Toplanmışlar bir şeylere adaklar sunuyorlar. Kimliği yitmiş tapınaklarda duvarları boyuyorlar, ellerini kullanmadan. Yazıyorum, en çok’u en az’ı elimden kayıp gidenlerle. Tahta bavullar hazırlıyorlar özenerek. Hiçbir yolculuğa çıkmayacaklarını da biliyorlar üstelik. Bilinçsizlikleri çekici kokular salıyor etrafa. Okuyorum resimlerini, karıncalı seslerin çene çalmışlığıyla. Çeneler çalıyorlar, üstelik hiçbir suça eğilimli olmadan.

Ya gelirsen diye korktum belki de çaresizliğin tam ortasına. Ya gelirsen diye hayallerimi sakladım, hiç yolculuğa birlikte çıkmadığım tahta valizime. Geldiğinde beni aynı yerde bulmandan korktum. Aynı yerde kalmaktan korktum. Bıraktığın rengi değiştirdim gözlerimle, ellerimi bile kullanmadan. Ellerimi azad ettim az önce, o nadir caz kokusunu alıp gelsin diye. Değişmekten korktum belki de ya gelirsin diye.
Adını bile sormadım hüznünün
Adımlarını bile saymadım
Ne uzun yoldu
Ne kısa
Duvarın köşesine sıkışan karıncalı sesler
Ya gelirsen…

                                                                                         Cihan Uysal