19 Ekim 2012 Cuma

MATMAZEL


Siz hanımefendi, siz hiç bir rüyaya inandınız mı , soğuk, haylaz geceleri ısıtsın diye. Ya da şehirleri unuttunuz mu, iklimleri karmakarışık olanlardan hani. Bir geceyi, hep gecede bırakabildiniz mi? Lütfen gidin buradan. Hikaye mi yalnız yazacağım…

Engelsiz, ağır ve hain duygular eşliğinde baş ağrıları. Kurallara uyamıyorsunuz. Siz bilmeyeceksiniz, ben bilincimi şırıngayla kafatasımdan çekip alacağım. Bir kadeh dolduracağım şehre pus çökmüşken ve bir Fransız melodisi dinlemek zorunluluğu hissediceksiniz. Susacaksınız konuşmak için can atarken ve hangi konuda susacağınızı önceden düşüneceksiniz. Hepsi bu.Yapamıyorsunuz. Susmayı beceriyorsunuz ama bir konunuz yok. Sahte kahkahalar dahi atabiliyorsunuz. Ama bir kelime, ağızdan çıkacak tek bir kelime. Tetiğinde destanlar yazılacak. Yapamıyorsunuz matmazel…

İnanmamak üzerine kurulan inançlarım var. Çok zorluyorum kendimi,tam inanıcam inancım bana inanmaktan vazgeçiyor. Hayat gibi. Bak geçiyor ve kimse bugünü anlatamıyor. Şimdilerde fotoğraflıyorum hayatı. Belki hiç bakmayacağım. Sırlarımı sakladığım ahşap kutumda birkaç fotoğraf hiç fena olmaz. Filizleniyorsun ve doğa buna müsaade ediyor. Kader bazen zaman tarafından yazılır ve sen tüm ruhunla, tüm bedeninle buna engel olamazsın. Bir göz değmesiyle yazılır tarihler. Ama yapamıyorsunuz, kurallara uymuyorsunuz. Ben bilincimi aldım çekip kafatasımdan. Elimde bilincim ve bir kalp içi boşluklarla dolu. Ne istiyorsanız yazın…

Uyuyakalmışım yine, size yazdığım mektupların tam yanı başında. Ne kadarda özenmişim her kelimesine. Şu yüzyıllarca düşündüğüm kelimeler. Sizi betimleyecek nadideler. Uyuyakalmış gün benimle birlikte. Güneş doğmamış, fırınlardan sıcak ekmek kokusu şehre yayılmamış ki bu günlerde ekmeklerde kokmuyor. Yandaki çay ocağında, suyun buharı cama yapışmamış. Bir gariplik var şehir akşamdan kalmış. Ben içtim, gün,güneş sarhoş oldu. Ah matmazel kader yazıyor dudakalrınızdan çıkan kelimeler. Demli bir sarhoşluk gözlerinizin ışıltısı. Size yazılan şiirler, bir ömre türkü oluyor, duyuyorum matmazel. Uyanmayan şehirde akşam oluyor. Saatler hep akşam. Hangi enleme ya da boylama ayarlamam lazım saatimi bilmiyorum. Matmazel ,size ayarlamak istiyorum tarihlerimi…

Bir liman oluyorum çoğu zaman, gemiler yanaşıyor dalgalarıyla birlikte. Dokunamıyorum hiç birine. Hiç biri o betimlediğim asalette değiller. Bekliyorum. Ufuk çizgisinde göreceğim o dumanı düşlüyorum. En gemici düğümlerle bana bağlayacakları o asil gemiyi bekliyorum. Kendime dönüyorum. İnsanlara karışıyorum. Bilincimi cebime koyuyorum. Sahtekarca gülüyorum keşmekeşe. Merhabalar fırlatıyorum her gereksiz sohbete. ‘ Biliyor musunuz?’ diye başlayan kelimeler kuruyorum. Bilmiyorlar… Bir gemi beklediğimi bilemiyorlar. Size geliyorum. Siz başka alemlere, yaşam enerjinizi naklediyor oluyorsunuz. Size gelemiyorum…Güvercinler besliyorum. Ayaklarına küçük mektuplar yazıyorum. Uç emrimi bekliyorlar. Matmazel güvercinleri sevdiğinizi bilmem gerekmekte. Sever misiniz, pencerenize gelecek olanları? Siz beni biliyor musunuz?

Haklıydınız hiç konuşmadığınız halde. Suçluydum hiç sevmemezlik yapamadığım için sizi. İçime düştüğünüz o gün, bilincimle birlite, kalbimi bir ruhsuza emanet etmeliydim. Prangalara vurmalıydım kendime söylediklerimi. Belki dağları bile delmeliydim. Siz hiç bilmediklerinizle öylece mutlu gülüşlere devam etmelisiniz. Bir itiraf korkusu şimdi günler. Şimdi günler uyuyakalmaya mahkum şehirler. Daha önce günler , sizi beklerken hiç doğmadığıma inanmak. Doğmak matmazel, gri olmuş bir hayatı renklerinizle süslemek. Bir Fransız şarkısı teniniz. İnanmak aldığınız nefesiniz. İçimde birileri tutuyor, yakama yapışıyor. Hesap soruyor her adımımda. Siz matmazel, beni yalnız bırakın lütfen…

Yapamıyorsunuz… Beni sizden mahrum bırakamıyorsunuz. Kurallara uymuyorsunuz. Halbu ki ben susacağım , siz gözlerime bakacaksınız. Ve bir şehir uykuya yenik düşmeyecek. Matmazel gidin buradan. Hikayemi yalnız yazacağım…
                                                                                  
                                                                     CİHAN UYSAL

7 Ekim 2012 Pazar

HAKLIYDIN


Güneş doğsun yeniden diye, rüyalarımı def ettim gecelerimden. Ve bazen günler siyahtır. Ortalık güzel kokularla donatılır. Sen oarada öylece durursun… Haklıydın… Sadece…

Gözlerimiz birbirine hiç değmedi ki .. Siyah günlere uyanırdık, aynı yastıklarda ayrı zamanlara. Mumlar yakardım gün aydınlansın diye, hani şu güzel kokanlardan.. Hiç nefes almadın ve  ciğere dolanları hiç tatmadın, boşa gittiler…
Bileklerimden akan mutsuzlukları izliyorum. Sen başka şehirlerde, elinde pamuklarla temizliyorsun vücuduma bulaşanları. Haklıydın. Sadece gittim…Karanlıktı ve hayli korkmuştum. Mumlar yalnızca güzel kokulara yetti. Sen başka şehirlerde… belkide sen başka , şehir yine nazlı, nemli ve uyanık ama aynı. Hayli suskun, bi hayli sustum.
Ellerimi göğe doğru çevirdim. Bir duaya katıldığımı düşündüler ama ben yalnızca dans ediyordum ritimsiz. Ruhumu sunduğum tanrılar, benden habersiz, ben zaten hissiz… yanık tenli ruhuma, asırlardır yazılan şiirlerin baş kahramanını arıyordum. Yanağım şehir değiştiren bir otobüsün camında, radyoda birkaç tanıdık iç geçirme… Haklıydın. Sadece gittim… yalnızdık ve hayli üşümüştüm. Beni ısıtacak güneşlere yolculuk yapmak ya da bana ısıtılan iklimler bulmak, sadece bir hayaldi ve hayallerim nedense hep kelimelere dönüştü. Sen yoktun.
Hayata kurulan alarmlar ayırdı belkide bizi. Ben hiç duymadım o sesleri. Gözlerimi her açtığımda sen hayatın ta kendisiydin. Uzaktık ve hiç yakınlaşamadık. Tek kişilik kahvaltı tabağı oldum bazı günler, bazı günler de sattalerce içilen aynı kahve. Ama hayat aynı zamana hiç ayarlamadı bizi. Tenimde ellerini dolaştırdım. O tarifi sır olarak bir pramide gizlenmiş kokun sarsın buram buramımı diyerek. Hiç ölmeyeceğime inandırdı beni. Haklıydın. Sadece gittim. Kokunu alıp terk-i diyarlara yelken açtım. Deniz almaz benden kokunu diye. Aldı.
Aşk tanımlamalarına katıldım, birkaç film arasında. Bazı eserlere başrol biçildim. Tablolarda gözlerimi gördüm fırçalanmış. Şiirler bana yazıldı ve nesillere rivayet oldum. Rüya oldum uyandırılmadım. Hak… haklı değildin. Hiç lafı bile geçmedi. Sadece düşünüldün ve düşünmek bir suç oldu en ahlaksızından. Sadece gittim… Çünkü düşündüm seni, beni. Biz diyemedim organize bir eylem planına delil yazdırmamak için seni. Ama beceremedim. Şahitlerim oldu. Delil oldun. Ben… ben deli oldum.
Senin yerine insanlar sokulmaya çalıştı bedenime. Vücut ölçüleri tuttu bazılarının. Ama ruhlarının ölçüsüne hiçbir terzi yetmedi. Kimse aldırmadı fazlalığını, dokundurmadı eksikliklerine. Bana biçilen bir soylu bir kral elbisesiydi saçların. Tel tel işlenmiş, altın suyuna batırılmış, çiçeklere nazire yapan güzelliklerle süslenmiş. Hiçbir elbise örtmüyor tenimi artık ve hiçbir kumaş cesaret edemiyor ipeğinin güzelliğine yaklaşmaya. Haklıydın… Ben gittim… git dediğinde. Zamanın durduğuna yalnız ben şahit oldum. Yolunu bulamayan balıkların intiharına katıldım. Yapamadım, bileklerimden akan mutsuzlukta boğulamadım. Her nefes tutuşumda çekip aldılar siyahlarımdn. Mumlar yaktım günleri aydınlatmaya. Güzel kokmadılar.
Orda öylece duruyorsun. Gözlerini değdirmek gözlerime, aklının ucundan geçmiyor. Renkleri için hiçbir şairin cesaret edemeyeceği dörtlükler yazıyorum, görebildiğim her an. Her yeni güne uyanmak için eskilerimden çalıyorum. Orada öylece duruyorsun. Ne sen bellisin, ne de ben. Belirsiz adımlar,sözler, sessizlik… Bir patlama anı aşk tarifleri ve cürret etmek. Dokunduğumda eriyecek yeryüzü biliyorum. Ve öylece gidiyorsun. Hayaller kuruluyor, yanağım otobüs camında yerini alıyor. Haklılar birer birer sorguya çekiyor beni. Ya biz, ya biz diyorlar. Hesap veremiyorum.
Suçluyum. Biz diye bir şey düşündüm. Kelepçeler takıldı bileklerime. Mutsuzluğum yeniden akmaya başladı. Haklıydın … sadece gittim.
                                                                                      UYSAL CİHAN