Ben şimdi bir masalın sonunda yeni bir masal
anlatıcısı olmaya çalışıyorum. Yorulmak nedir bilir misin kahraman? Uçan filler
gördüğünü iddia etmektir kır
çiçeklerinin sınırsız tarlalarında, belki kırlaşmak bir kıl gibi en sevdiğimiz
oyunların mızıkçı çocukluğunda. Yorulmak, senin yerine koymaktır acıları,
bağlanmış yollardır hep, sana çıkamamaktır. Oysa ne güzeldi masal olmak, şimdi
ne ağır sanki kahraman senmiş gibi
anlatmaya çalışmak, gerçekten masal olanı. Biliyorlar burada olduğumu ,
ne yazık ki sende biliyorsun, en acısı bunu bende biliyorum. Hadi desen ben
yine tebeşirimi alıp sek sekler çizeceğim tırtıklı asfaltlara. Çok yara izim
var dizlerimde. O asfaltlara yazdım
kanımla adımı, daha çocukken ağlatamazdım yüreğimi o tertemiz kan gibi.
Dizlerimi sürttüm, daha da sürttüm ,daha da ,oyun bitti. Şimdi ne zaman tebeşir
görsem şarap içerim kan gibi. Sek sek oynarım utandığımdan beynimde.
Şimdi
masallar yazıyorum, dahil olamadığım oyunlara. Şimdi insanlar eğlendiriyorum,
eğlenmenin ne olduğunu bilmeyen insanları, kandırıyorum onları eğlenceli diye.
Oysa dizlerimi sürttüğüm o oyundan başkası değil. Anlatıyorum hiç
başlayamadığım o masalı, sende varsın, benim misketlerimde . Güneşe bakmıştık
onlarla hatırladın mı? Hatırlamak nedir bazen sahtekarlık değil mi? Bazen ‘hmmm
evet’ nidasıdır sadece. Hatırlamıyorum ne renkti kokun. Ne renkti?
Ağlatmayacağım
o eski gülümsemelerimi ama sızlayan karanlıklarımı bir miras asaletiyle
taşıyacağım ceketimin iç cebinde tütün kırıntılarının en yanı başında. Mavi,
bulanık asaletimi duvara asacağım guguk kuşunun tam sol tarafına. Çivi izleri
kapansın diye delik beyin duvarlarımda. Sana ıslıklar yollayacağım en uğursuz
gecelerimde bir aşk bestesi gibi nefes nefese. Ağlayan sokak köpeklerini
dinleyeceğim inleyen nağmelerimi sustursun diye. Ama ağlamayacağım senin göz
yaşların utanmasın diye. Sona sana biriktireceğim ekmek kırıntılarını, sana
gelirken kaybolmayayım diye. Dönüşte de kuşlara yedireceğim aç kursaklara bir ziyafet vermiş fukara
gururuyla. Soğuk parmaklıklar yapacağım bedenimin etrafıma sana hapis olduğumu
anlasın tüm nezaretler, ziyaretler, kaçışlar. Kibritle ellerimi yakacağım ilk
kez ateş yakmayı öğrenen çocukluğumun korkak cesaretiyle. Ama ağlamayacağım
şarabın o en kafa kıyak yudumunda. Ağlatacağım şişeleri sana her sitem
üzümlerinde. Dudaklarını özleyeceğim her kırmızı ruj kadınında. Nefesimi tutup,
kalbimi yavaşlatacağım sana çok yaşlanmamak için. Aşk olmalı senin adın diye
kitaplar yazacağım, hatta beceriksiz yazar olacağım ve bu isimli kitaplar bulup
okumadan özet çıkaracağım mektuplaşmalara. Ben, ben olacağım ama ağlamayacağım.
Sen sen ol
ağlama, her hatırladığında inanmış duygularının nasıl kül olduğunu. Hatırlatma
bana balkonumuzdaki güvercinlerin bizi beklediğini ıslak ekmek lezzetini. Sen
sen ol o soğuk duvarlara yaslanma, benim yerime uzanıp biz kişilik yatağımızda.
Gözlerinin morlarını pembeleştir sen sen olarak. Hatırımda öyle kalma hatırım
kaldıysa.
Uyumalara
koşuyor yine yüreğim sımsıcak eksi derecelerde. İnsanlara portreler çiziyorum
mutluluğun resmi gibi. Dinlemiyorum aslında konuşulan hiçbir kelimeyi. Görevimi
yapıyorum yaşıyorum. Ve gidiyorum her yazdığımın sonunda ki karamsarlığım gibi.
Sen sen
ol, ben seni sen hatırlıyayım,
hatırlayacak hatırlarım kaldıysa. Kulaklarım patlayacak sessizliğinden. Sen sen
ol bana şarkılarını yolla. Kokun ne renkti?
Kokun , kadınım…….
UYSAL
CİHAN