Cızırtılı.
Evet evet cızırtılı, hayatın sesi. Hani cızırtı geldiğinde, radyonun tepesine
vururduk ya teknolojimizi kullanarak. Hah işte o ses. İtici, kan çekici, usul
usul alıştırıcı. Sesi duyar duymaz gittim eskiye. Birden siyah beyaz oldum,
birden sepya tonu. Birileri, sesin kaynağına tüm kuvvetleriyle vuruyordu. Frekansımı
değiştirdiler…
Yönünü bilemediğim bir taraftan oturmuş izliyorsun
değil mi olanları? Ve içinden anason muhabbetlerini geçiriyorsun. Üstelik elinden
de bir şey gelmiyor. Ama alınmış duygularınla, duygusuzca üzülüyorsun.’ Senin yaşında..’
diye başlayan cümlelerin boğazına dizilip, oradan beyninin kıvrımlarına işgalci
edasıyla yerleşiyorlar değil mi? çok iyi anlıyorum seni…
Gittiğin günkü cızırtı hala kulağında ama sen hala o
sesin ne olduğunu bilmiyorsun. Cızırtı, telaş, feryat,acı, hayal kırıklığı,
ansızın, ani, adi, çığlık, sadece ses… hepsi… ya da bir şarkı cızırtılı dönemlerden
‘Hüsran yine Hüsran’. Hadi kandırma kendini! Çocuktun. Daha çok çocuktun. O zamanlar
bunu ne sen ne ben bilebilirdik. Şimdi zamanlarımız aynı. İkimizde biliyoruz. Sen
hala çocuk, bense itirafsız, zaman geçiştirmeleri. Kılını bile
kıpırdatamıyorsun, ben her gün biraz daha bildikçe doğruyu. İşin ilginci, bu
çelişkiyi dahi farkedemiyorsun. Ben bildikçe, sen daha da ölüyorsun. Dökülen incecik
saçlarını parmaklarının arasına alıp,iç çekmekten başka bir arafın yok. Acı çektiğini
biliyorum. Kalamadın, gidemedin, silemedin, silinmedin. Maneviyatını bırakmak
istedin sadece ama yapamadın, giderken kokunu, boyunu, postunu, karakterini,
acını, gülümsemeni…. Bıraktın o cızırtılı sesin tam yanına, gri, eskimiş,
yırtılsa kumaşı sevincinden takla atacak olan o koltuğa. Geri almak istedin
bıraktıklarını. Farkettin ki bıraktıkalrın bizlerdik. Alamadın… kudretin sadece
özlenmeye yetti… şimdi öylece oturmuş, gülümseyemeden, aynı seste büyüyen,
farklı adımlar atamayanı izliyorsun. Yazık sana, bu kadar sevilirken, bir kaçak
olarak suçlanman. Sen sadece kızıyorsun diyorsun biliyorum. Hayır, ben sadece
kızmıyorum. Öfkemi , sorgularımı, işkencelerimi sonralara bıraktım. Ben sadece
itiraf ediyorum, omzumdan eğilmiş bana bakarken. Sen hiç, asırlardır aynı
rüyayı gördün mü? Sen hiç birini hep aynı şekliyle hatırladın mı? Yapamassın
sen bunları, sen sadece kaçaksın. Cızırtılı bir hayat bırakıp öylece
efsaneleşen. Evet yaptım. İstediğini yaptım. Erdemli oldum, iyi film izledim,
iyi kitap okudum, müziğin en iyisini dinledim, en sevilen oldum… ben söylemedim
bunları diyorsun değil mi? dur yorulma! ben anlatayım. Gözlerim buğulu bakıyor
ya, her hayat savaşında. Önüme sunulan hayat hani seçilmez oluyor ya burun
sızıntılarımda. Sığınıyorum ya demli bir çayın arkasına, herkes uyumaya
çekildiğinde. Gözerime biriken yaş değil, mirasın… Kıvrımlarıma biriken her
alüvyonlu topraktan sen sorumlusun. Dur kesme! Çocukluğum dinledi yazdığım
masalalrımı. Sabret! Yüzyılım yaklaşmışken sana benzemelere, emanetlerine
emanet olmuşken, bil artık söylemediğin her kelimeyi, çekip aldım dilinin tam
ucundan. Kalan yorgunluğun, kalan okumadıkların, kalanları hep ben aldım
üzerime vazife. Üzülme sen! Akıtamadığın her damlayı ben göz kapaklarımın
arkasında biriktiriyorum. Hayat hep flu ve dokunsalar ağlamaklı…
Cızırtılı bu günlerde hayat, bilmek istersen. Bildiğin
halde bilmek istersen, hala korkuyorum. Oralarda korku var mıdır bilmiyorum. El
sallasan göülür mü buralarda? Hiç kimsye sığınmadım, hiç kimse sığınmadı bana. Tenime
sinen kokundan taviz vermedim. Umutla, aşkla bakan gözleri tam olarak
göremedim, biriken yaşlarım akmasın diye. Anlatsan ya bana oraları, mesela çok
seviyor mu insan, cızırtılı şarkıları oralarda? Çekinceler , kaçamak bakışlar
aynı mı orada da? Aynı deme ne olur…
Günlerin bir sesi var. Günlerin rengi var. Kokusu hatta
tadı var. Ama hayat cızırtılı… Üzülme! Sen öylece kahverengi kazağınla, duman
sinmiş kokunla sarılmalarımızı hayal et. Gözlerinde ki yaşlar kurudu diye
tasalanma. Ben burdayım. Hayata hep ıslak camların arkasında bakmak gerekse
bile. Ama sen gitme… Sev!
Gitmeleri severim ben bilirsin. Bu gidişim sadece bir
zamanlık…
CİHAN UYSAL