Sakın
sevme beni! Gözlerime o derin bakışlarını aman sunma! Utandırma beni! Büyütme
gecelerimi yine tenhalarınla! Yapma ! yoksun biliyorum.. Seni sevdiğimi hiç
söylemeyeceğim tükenmez kadehlerin düşlerinde bile.. Ruhumda ikamet etme artık
…Uyan ve kandilleri üfleyelim...
Kurşun
kalemle yazarım bende…
İşte şimdi! Şehir en derin uykusundayken, bir hırsız
sessizliğinde ve dikkatinde , bir uyurgezer bilmemişliğinde, yaşamın en derinini sorgulamak. Madem değiştireceğim
yazılan safsataları, kurşun kalemle yazarın bende teşekkürlerimi…
İçimle dışımı bir araya getirmek bazen zor. Biri başka
anlatıyor, biri başka anlıyor. Geceye kurşun atmak kalemle mümkün oluyor,
anlaşılmaz iki varlık arasında. Keşke bir silgi yumuşaklığında olsa ‘iki’ yi
bir araya getirmek. Öyle ya bizi ayıran bir silgi değildi. Bu sadece geçmişe
sünger çekmek, nasıl yapılacağı işin erbabında.
Bu gün kış geldi mahalleye. Kediler pencereme
gelmediler. Köpekler, çöplere tenezzül etmeyecek kadar üşüdüler. Sadece soğuk
hava girmeye çalıştı izlerken sokağa gelen kışı, aralık pencereden içeri. Girdi
ve üşüdü. Tamda anlatmaya çalışırken ‘ Ehemmiyet’ kelimesinin anlamını. Bir periden
duydum bu kelimeyi orta çağdan az sonra, evde kalan son kokunu ciğerime
yapıştırırken. Bu kelime tıpkı yıllar öncesi gibi. Geçmiş…
Kış
geldi bu gün…
Bir çiçeğe anlamını yükleyemeyeceğim. Düşlerimin arasına
sadece bir iğne yaprak sıkıştıracağım. Bir kuşun sadece boz rengini anlatacağım
kapalı renklerin ardından. Ardından su dökmeyeceğim. Öyle ya madem çiçekler kış
uykusunda , kurşun kalemle yazarım bende…
Ne anladığımı unuttuğum, yazarını gözümün önüne
getiremediğim bir sürü kitap saklıyorum orda burda. Hizalarını bile bozmadan. Yerlerinde
durmalarının amaçlı olduğu her hallerinden belli. Bir sürü altı çizilmiş hayat
felsefesi. Ne de özenilmiş. Ama biliyor musun? Ben hala güneş doğmadan
yeminlerimi bozmuyorum. Bozmak dediysem, beni bilirsin. Uyumak , bilincimi
yitirmek. Güneş doğuyor. Etraf kararıyor. Her nereden geldiğini saatler sonra
algıladığım,müzik sesleri bölüyor, yitirilmiş bilincimi. Sana okuduğum masal
kitapları , diğer yastığa iliştirilmiş. Başucumda boş bir çerçeve. Öyle ya
madem güneş hala hayatta, uzanırım bende gölgesizce…
Masallarım
yarım kalmaya mahkum…
Derinlerde, çok derinlerde bir prenses yaşarmış.
İşin ilginç tarafı masalı anlatanda, yazanda, hatta masalın kahramanı bile o
prensesi hiç görmemiş. Öyle ki sesini bile duymamış. Prenses o derinlerden
bazen çıkar, kimsecikler bilmezken sarı uzun saçlarını efsanevi sularda
yıkarmış. Suya gözleri değdiği an,sarı olan su, yeşile dönermiş. Suyun
efsaneside buymuş…………….. Prenses hep o
derinlerde kalmış. Kimseyle kavuşamamış. Masal bu ya; mutsuz sonmuş. Gökten
elmada düşmemiş. Masal bu ya belki de kurşun kalemle yazılmıştır bir sıkılma
anında.
Sen şimdi sorgularken yazılan bu kelimeleri. Ben çok
uzaklarda, şehrin başka bir köşesinde, kendime yeni moral bozukları arıyor
olacağım, zengin bir mahallenin köşe başı çöplüğünde. Ayırt edemediğim ışıklara
doğru iç çekişlerim bile olacak. Sen sorgularken yaşamı, ben o yaşamı bitirmiş,
yorgunluk kahvemi yudumluyor olacağım, her safsata muhabbetinde.
Öyle ya ben aşklarımı kurşun kalemle yazarım…
Cihan Uysal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder