9 Kasım 2012 Cuma

Kurşun Kalemle Yazarım


Sakın sevme beni! Gözlerime o derin bakışlarını aman sunma! Utandırma beni! Büyütme gecelerimi yine tenhalarınla! Yapma ! yoksun biliyorum.. Seni sevdiğimi hiç söylemeyeceğim tükenmez kadehlerin düşlerinde bile.. Ruhumda ikamet etme artık …Uyan ve kandilleri üfleyelim... 

Kurşun kalemle yazarım bende…

İşte şimdi! Şehir en derin uykusundayken, bir hırsız sessizliğinde ve dikkatinde , bir uyurgezer bilmemişliğinde, yaşamın  en derinini sorgulamak. Madem değiştireceğim yazılan safsataları, kurşun kalemle yazarın bende teşekkürlerimi…

İçimle dışımı bir araya getirmek bazen zor. Biri başka anlatıyor, biri başka anlıyor. Geceye kurşun atmak kalemle mümkün oluyor, anlaşılmaz iki varlık arasında. Keşke bir silgi yumuşaklığında olsa ‘iki’ yi bir araya getirmek. Öyle ya bizi ayıran bir silgi değildi. Bu sadece geçmişe sünger çekmek, nasıl yapılacağı işin erbabında.

Bu gün kış geldi mahalleye. Kediler pencereme gelmediler. Köpekler, çöplere tenezzül etmeyecek kadar üşüdüler. Sadece soğuk hava girmeye çalıştı izlerken sokağa gelen kışı, aralık pencereden içeri. Girdi ve üşüdü. Tamda anlatmaya çalışırken ‘ Ehemmiyet’ kelimesinin anlamını. Bir periden duydum bu kelimeyi orta çağdan az sonra, evde kalan son kokunu ciğerime yapıştırırken. Bu kelime tıpkı yıllar öncesi gibi. Geçmiş…

Kış geldi bu gün…
Bir çiçeğe anlamını yükleyemeyeceğim. Düşlerimin arasına sadece bir iğne yaprak sıkıştıracağım. Bir kuşun sadece boz rengini anlatacağım kapalı renklerin ardından. Ardından su dökmeyeceğim. Öyle ya madem çiçekler kış uykusunda , kurşun kalemle yazarım bende…

Ne anladığımı unuttuğum, yazarını gözümün önüne getiremediğim bir sürü kitap saklıyorum orda burda. Hizalarını bile bozmadan. Yerlerinde durmalarının amaçlı olduğu her hallerinden belli. Bir sürü altı çizilmiş hayat felsefesi. Ne de özenilmiş. Ama biliyor musun? Ben hala güneş doğmadan yeminlerimi bozmuyorum. Bozmak dediysem, beni bilirsin. Uyumak , bilincimi yitirmek. Güneş doğuyor. Etraf kararıyor. Her nereden geldiğini saatler sonra algıladığım,müzik sesleri bölüyor, yitirilmiş bilincimi. Sana okuduğum masal kitapları , diğer yastığa iliştirilmiş. Başucumda boş bir çerçeve. Öyle ya madem güneş hala hayatta, uzanırım bende gölgesizce…

Masallarım yarım kalmaya mahkum…
Derinlerde, çok derinlerde bir prenses yaşarmış. İşin ilginç tarafı masalı anlatanda, yazanda, hatta masalın kahramanı bile o prensesi hiç görmemiş. Öyle ki sesini bile duymamış. Prenses o derinlerden bazen çıkar, kimsecikler bilmezken sarı uzun saçlarını efsanevi sularda yıkarmış. Suya gözleri değdiği an,sarı olan su, yeşile dönermiş. Suyun efsaneside buymuş……………..  Prenses hep o derinlerde kalmış. Kimseyle kavuşamamış. Masal bu ya; mutsuz sonmuş. Gökten elmada düşmemiş. Masal bu ya belki de kurşun kalemle yazılmıştır bir sıkılma anında.

Sen şimdi sorgularken yazılan bu kelimeleri. Ben çok uzaklarda, şehrin başka bir köşesinde, kendime yeni moral bozukları arıyor olacağım, zengin bir mahallenin köşe başı çöplüğünde. Ayırt edemediğim ışıklara doğru iç çekişlerim bile olacak. Sen sorgularken yaşamı, ben o yaşamı bitirmiş, yorgunluk kahvemi yudumluyor olacağım, her safsata muhabbetinde.
Öyle ya ben aşklarımı kurşun kalemle yazarım…
                                                                                  Cihan Uysal

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder