Hadi! Benden bir mutluluk çizelim.. Gözlerim güzel
baksın mesela , susacak hiç birşeyim olmasın , yıllarca gevezelik yapayım. Hadi!
kahvem olmasın bir gece yanımda , yudumlarım terketsin damağımı mesela. Dalgalar
olmasın okyanusumda hadi! Balıklar sessizlikten huzursuz olsunlar. Huzur çoktan
bir kuytuda kırmızı üzümleri yad etsin.. Söyle hadi! Sarhoş eden kelimelerim
olduğunu söyle, uzun yollara azık olarak al beni.. Anlat bana hadi! Sebepleri
anlat. Neden sebep olduklarını.. Bil beni, sorgusuz bil.. Bilmek erdemdir de
kendine.. Olmuyor değil mi?
Ayni özgüvensiz soluklara nefeslenen rüzgarlar, gün
başlarken..Aslinda gün başlamaz bu bedendeki topraklarda..Sadece nefes almak
istemsizce.. Gün baslamaz buralarda daha bitmeden.. Siradanligin ufuk çizgisi,bulutlar..
Olmuyor değil mi?
Yönünü bilmeden bir selam yollarsın. Nereye giderse
gitsin, sen mağrur görevini yapmanın huzuruyla konuş kadehlerle. Kadehler yanlış
anlamaz. Silip atmaya gelmişlerdir, yaşadığın savaştan kalan kan izlerini. Bir de
yansımalar var. Şehrin yansımaları, mesela gölgenin bile erişemediği
yansımalar. Konuşmazlar. Büyürler, devleşirler ama konuşmazlar. Bazıları denize
yansır. Sen ona yakamoz dersin. Kimi kadeh kaldırır yakamoza, kimi kadehiyle
konuşur. Ama yakamoz nazlı nazlı, dalgalanır seninle beaber. Miden alt üst olur
her kürek çekişinde fakat mutlaka bir kadeh vardır sessizliğini takınmış.
Sessizliğin yalnızlığını
kıskanan karakalem mısracısı, yollara yol demeyen beden.. Ruh çoktan eleğini
duvara asmış, körkütük ayık.. Rüzgarın serinliğini, rüzgara haber veren kahin..
Ve sen, sırat adlı köprünün karşı tarafı.. Bil beni..Olmuyor değil mi?
Susuzluğumun farkında, doğru adrese yanlış gelmiş,
ürkek bir yalnız kumru.. Bir tas suya, bir ömür vaadlerimde geziniyorsun. Bilmelisin
ki; tanışıklığımız evvel zamanlar içinden.. Dönüşüm aynı, ayrı iklimlere.. aynı
teraneyle.. aynı teraneye.. Bir parça farkla.. Değişik kıtalarda aynı
sabahlarla..
İçime çektiğim gri, uzun, yorucu , yıpratıcı ve
bazen şekilli sığınışlarım var. Orada bir yerde o içime çektiğimle, bir gölge
gibisin hiç gelmeden, hiç gitmeden.. Ve şimdi terkediyorum seni yanıma bir
paket daha sen alarak.. Yokluğun hiç olmayacak ciğerlerimde, kokun parmaklarıma
sinmiş, her adımımda, her yalnızlığımda sana sarılıcağım.. Adın hiç olamayacak,
adını hiç tekrarlamıyacağım yasaklandığından ruhuma.. Gecelerime mey olarak
kattığımdan seni, bir sarhoş itirafı olarak kalacakın.. Beni bilirsin sarhoş
olmam hiçbir sıvıyla, gözlerin değmemişken sol tarafıma.. Bir mektup yazacağım,
eski yıllar gibi, sarı kağıtlara senden hiç bahsetmeden. Sana yollayacağım
eğittiğim kumruyla. Kimden olduğunu bilmeden okuyacaksın ve yırtıp atacaksın.
Aslında biz hiç aşık olmayacağız. Beynimizde gezinen birkaç dünya görüşü
kelimeden başka hiç tanımayacağız seni, beni. Samimiyetsiz karşılaşmalarımız
olacak uzun yıllar sonra. Sen nasılsın diyeceksin. Ben sana bir kumruya bakar
gibi bakacağım. Ama hiç aşk kelimesini yakıştırmayacağız kendimize. Kıtalar arası
yolculuklarımız olmayacak seninle, bir hatırada kalacağız daha göz göze
gelmemişken. Sebepsiz bakarken uzaklara akıllara tekrar gelmeyeceğiz. Ve bir
anason tadı masada kalacak söyleyemediklerimiz..
Bir veda sarılması. Bir iyi dilek. Bir ‘Gitme’ der
gibi bakışlar. Ardımdan bir tas su bile bulunamayacak. Yine cama yaslanmış bir
kelle ve bir de otoban çizgileri..
Hadi! Sil şimdi hem varı, hem yoku. Bir mektup
sokaklar, sarı kağıtlara yazılmış, kumruyla gönderilen.. Bir hayata nemli
yazgılar. Hoş kal, çalınmışlıklarım…Olmuyor değil mi?
UYSAL
CİHAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder