14 Eylül 2012 Cuma

OLMUYOR DEĞİL Mİ?


Hadi! Benden bir mutluluk çizelim.. Gözlerim güzel baksın mesela , susacak hiç birşeyim olmasın , yıllarca gevezelik yapayım. Hadi! kahvem olmasın bir gece yanımda , yudumlarım terketsin damağımı mesela. Dalgalar olmasın okyanusumda hadi! Balıklar sessizlikten huzursuz olsunlar. Huzur çoktan bir kuytuda kırmızı üzümleri yad etsin.. Söyle hadi! Sarhoş eden kelimelerim olduğunu söyle, uzun yollara azık olarak al beni.. Anlat bana hadi! Sebepleri anlat. Neden sebep olduklarını.. Bil beni, sorgusuz bil.. Bilmek erdemdir de kendine.. Olmuyor değil mi?
Ayni özgüvensiz soluklara nefeslenen rüzgarlar, gün başlarken..Aslinda gün başlamaz bu bedendeki topraklarda..Sadece nefes almak istemsizce.. Gün baslamaz buralarda daha bitmeden.. Siradanligin ufuk çizgisi,bulutlar.. Olmuyor değil mi?
Yönünü bilmeden bir selam yollarsın. Nereye giderse gitsin, sen mağrur görevini yapmanın huzuruyla konuş kadehlerle. Kadehler yanlış anlamaz. Silip atmaya gelmişlerdir, yaşadığın savaştan kalan kan izlerini. Bir de yansımalar var. Şehrin yansımaları, mesela gölgenin bile erişemediği yansımalar. Konuşmazlar. Büyürler, devleşirler ama konuşmazlar. Bazıları denize yansır. Sen ona yakamoz dersin. Kimi kadeh kaldırır yakamoza, kimi kadehiyle konuşur. Ama yakamoz nazlı nazlı, dalgalanır seninle beaber. Miden alt üst olur her kürek çekişinde fakat mutlaka bir kadeh vardır sessizliğini takınmış.
 Sessizliğin yalnızlığını kıskanan karakalem mısracısı, yollara yol demeyen beden.. Ruh çoktan eleğini duvara asmış, körkütük ayık.. Rüzgarın serinliğini, rüzgara haber veren kahin.. Ve sen, sırat adlı köprünün karşı tarafı.. Bil beni..Olmuyor değil mi?
Susuzluğumun farkında, doğru adrese yanlış gelmiş, ürkek bir yalnız kumru.. Bir tas suya, bir ömür vaadlerimde geziniyorsun. Bilmelisin ki; tanışıklığımız evvel zamanlar içinden.. Dönüşüm aynı, ayrı iklimlere.. aynı teraneyle.. aynı teraneye.. Bir parça farkla.. Değişik kıtalarda aynı sabahlarla..
İçime çektiğim gri, uzun, yorucu , yıpratıcı ve bazen şekilli sığınışlarım var. Orada bir yerde o içime çektiğimle, bir gölge gibisin hiç gelmeden, hiç gitmeden.. Ve şimdi terkediyorum seni yanıma bir paket daha sen alarak.. Yokluğun hiç olmayacak ciğerlerimde, kokun parmaklarıma sinmiş, her adımımda, her yalnızlığımda sana sarılıcağım.. Adın hiç olamayacak, adını hiç tekrarlamıyacağım yasaklandığından ruhuma.. Gecelerime mey olarak kattığımdan seni, bir sarhoş itirafı olarak kalacakın.. Beni bilirsin sarhoş olmam hiçbir sıvıyla, gözlerin değmemişken sol tarafıma.. Bir mektup yazacağım, eski yıllar gibi, sarı kağıtlara senden hiç bahsetmeden. Sana yollayacağım eğittiğim kumruyla. Kimden olduğunu bilmeden okuyacaksın ve yırtıp atacaksın. Aslında biz hiç aşık olmayacağız. Beynimizde gezinen birkaç dünya görüşü kelimeden başka hiç tanımayacağız seni, beni. Samimiyetsiz karşılaşmalarımız olacak uzun yıllar sonra. Sen nasılsın diyeceksin. Ben sana bir kumruya bakar gibi bakacağım. Ama hiç aşk kelimesini yakıştırmayacağız kendimize. Kıtalar arası yolculuklarımız olmayacak seninle, bir hatırada kalacağız daha göz göze gelmemişken. Sebepsiz bakarken uzaklara akıllara tekrar gelmeyeceğiz. Ve bir anason tadı masada kalacak söyleyemediklerimiz..  
Bir veda sarılması. Bir iyi dilek. Bir ‘Gitme’ der gibi bakışlar. Ardımdan bir tas su bile bulunamayacak. Yine cama yaslanmış bir kelle ve bir de otoban çizgileri..
Hadi! Sil şimdi hem varı, hem yoku. Bir mektup sokaklar, sarı kağıtlara yazılmış, kumruyla gönderilen.. Bir hayata nemli yazgılar. Hoş kal, çalınmışlıklarım…Olmuyor değil mi?
                                                                                         UYSAL CİHAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder